O BUNU HİÇ HAK ETMEDİ ! DAHA AZINI MI HAK ETMİŞTİ ?

İstanbul Sözleşmesi, uzun bir zamandır gündemde yer alan bir konu hatta çoklu baro meselesinin gündeme gelmesinin ilk kıvılcımı da İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ile ateşlenmişti. İstanbul Sözleşmesi yenilir mi, içilir mi ne işe yarar ve neden bir süredir Türk kadınlarının sosyal medya fotoğrafları 1930’lar gibi siyahla beyaz olmuştur, bundan bahsetmek ve İstanbul Sözleşmesi üzerinde neden bu kadar fırtına koptuğunu anlatmak, gerekiyor.
İstanbul Sözleşmesi; şiddetin hiçbir nedeni ve dayanağı bulunmadığını, din, dil, ırk, cinsiyet, namus gibi temalar üzerinden şiddetin gerekçelendirilemeyeceği anlatan uluslararası bir sözleşme metnidir. Türkiye Cumhuriyeti de bunun ilk imzacılarındandır. İstanbul Sözleşmesi; davulla zurnayla kabul edilmiş ve iç hukukumuza da en güzelinden adapte edilmiştir. Önemle üzerinde durmak gerekir ki İstanbul Sözleşmesi kabul edildiği dönemde, kadına ve çocuğa yönelik şiddet, cinayet sonlu suçlar bu kadar yoğun değildi.  Buna rağmen bir gereklilikti. 
Bu metin sadece Türk kadınlarını ilgilendiren bir metin değil, bu metin hiçbir Türkiye Vatandaşı insanın, herhangi bir dayanakla şiddete uğratılamayacağını anlatan bir toplumsal barış metnidir. Neresinden bakarsak bakalım İstanbul Sözleşmesi elbette ki toplumsal şiddetten en çok etkilenen olarak, kadınların faydalandığı bir metindir. Bu yüzden, kadınlar en çok faydalanan oldukları için bu bir kadın metni olarak algılana gelmiştir. 
Peki ne oldu da; toplumsal şiddet bu kadar artmış ve toplumun hassasiyeti bu kadar yükselmiş iken, İstanbul Sözleşmesi tartışılmaya açıldı. Bu konuda; metnin yeterli olmadığı ve eksikliklerinden dolayı şiddet suçlarının azaltılamadığına dair bazı açıklamalar okuduk, bazı açıklamalar ise sadece kadını değil cinsiyet seçiminden dolayı şiddete uğramaması gereken başka cinsel kimlik seçmiş vatandaşların da  İstanbul Sözleşme’sinden faydalanmasından dolayı rahatsızlık yaşandığını ortaya koydu. Ancak hiçbirisi İstanbul Sözleşmesi gibi hukuki hiyerarşide en üstte yer alan uluslar arası bir metnin, yürürlükten kaldırılması tartışmasına açıklık getirecek, tatmin edecek açıklamalar değil. Öncelikle, insanın sadece insan olması şiddetten korunması için zaten yeter nedenken; hangi insani mantık bir başka cinsiyeti seçmiş insanın şiddete uğramasına onay verebilir. O zaman mana, bu insanlar şiddet görsüne mi çıkacak? Hazır herkesi koruyabilen bir metin varken, birilerini korumayalım, kaldıralım diyebilecek bir insani vicdanın var olması kabul sınırlarının dışında olmalıdır. Diğer bir açıklama ise toplumu tatmin etmenin yanından dahi geçmiyor. Çünkü şiddet suçlarının azalmaması aksine artmasında, ne bu uluslar arası sözleşmenin ne de başka bir hukuki metnin yetersizliği nedeni yatmıyor. Aksine şiddet suçlarına yönelik elimizdeki metinler çok güçlü ve kapsamlı, cinsiyet ayrımcılığının önüne geçme odaklı, cinsiyetin şiddete yol açamayacağına dair net hükümler içeren metinler. 
Toplumsal şiddetin en güçlü körükleyicisi, her şiddet olayında;  ‘’ ama ‘’ ile ‘’o da ‘’ ile başlayan ‘’ bunu hiç hak etmedi’’ kalıbı ile paylaşılan üzüntü içerikli yorumlar. Şiddeti hak etmenin bir sınırının olduğuna dair inanışın, söze dökülüş biçimi bile tek başına, metinlerin değil zihinlerin asıl ortadan kaldırılması gereken olduğunu bağırıyor, duyanlara.
 İşte bunlar, toplumsal şiddetin sonlanmasına dair asıl engellerin zihniyette düğümlendiğini de apaçık bize anlatıyor.